Orhan Gazi Dönemi



Orhan Gazi, babasının vefatı ve kardeşinin manevi desteği ile Osmanlı Devletinin 2. Hükümdarı oldu. Orhan Gazi dönemine ait en muğlâk ve tartışmaya sebep olan husus Bursa’nın fethi olmuştur. Osmanlı Tarihçisi Âşık Paşazade, Bursa’nın Osman Gazi döneminde fethedildiğini belirtse de yabancı kaynaklar (Joseph von Hammer, Nicolae Jorga, v.b.) fethin Orhan Gazi döneminde gerçekleştiği görüşündedir. Buna paralel olarak Osman Gazi’nin ölüm tarihi konusunda da kaynaklar arası mutabakat yoktur. Bu kaynaklar 1324, 1326 ve 1327 tarihleri arasında farklı bulgular sunar. Ancak doğrudan Türk Tarihinin tanıklığını yapmış olanların rivayetlerini derlemiş olması bakımından Âşık Paşazade’yi referans almak daha rasyonel olacaktır. 

Âşık Paşazade, Bursa’nın fethinin Osman Gazi’nin ölümüne çok yakın bir tarihte gerçekleştiğini belirtmektedir. Her ne kadar literatür kültürü bakımından bu fetih Osman Gazi dönemine ait bir vaka olarak kaydedilmiş olsa da doğrudan Orhan Gazi marifetiyle gerçekleştirilmiş olması bakımından Bursa’nın fethini Orhan Gazi dönemi içerisinde değerlendirmek daha doğru olacaktır.


Bursa’nın Fethi (1326)

Osmanlı beyliği ilk zamanlarında bölgedeki komşuları ile iyi ilişkiler gütmüş, sınır komşuları olan Bizans tekfurlarıyla barış ve karşılıklı menfaat ilişkileri doğrultusunda sulh temelli bir münasebet geliştirmişti. Osmanlı beyliğinin zamanla devletleşmesi ve önemli bir güç halini alması ve tabii ki Osmanlının esas gayesi olan gaza ve fütuhat düşüncesi için yeterli şartların oluşması bölgedeki Tekfurlar ile Osmanlı Devletinin karşı karşıya gelmesini kaçınılmaz hale getirdi. 

Osman Gazi bu minvalde öncelikli olarak Bizans’ın en kuvvetli tekfurluğu durumunda bulunan İznik’e taarruz etti ve şehri onlarca yıl sürecek bir kuşatma altına aldı. İznik’i kuşatmadan kurtarmak isteyen Bizans, Bursa ve çevresindeki tekfurlara (Valilere) ait kuvvetleri bir araya getirerek Osman Gazi’ye karşı koymaya çalışsa da tarihe Koyunhisar Muharebesi olarak geçen mücadele ile hem bölgedeki Bizans tekfurlarını hem de bu kuvvetlere destek amacıyla gönderilen Bizans kuvvetlerini büyük bir mağlubiyete uğratarak devletin sınırlarını İznik ve Bursa Ulubat hattına kadar genişletmeyi başardı. 

Hem İznik kuşatma altına alındı hem de Bursa tekfurluğunun Bizans ile bağlantısı kesilerek ikmal ve askeri yardım imkânları ortadan kaldırılmış oldu. Ancak hem İznik hem Bursa hisarları (surları) kaim ve aşılması güç bir engel durumundaydı. Bu minvalde doğrudan fetih yerine hisarın çevresi kuşatılarak dışarıdan mal, erzak ve asker tedariki engellenerek tekfur ve tekfurluğa bağlı Bizans tebaasının teslim olmaya zorlanması gerekiyordu. 

Bursa’nın kuşatılması Dimbos savaşının sonrasına tekabül eder (1303). Dimbos savaşına müteakip Bursa’yı fethetmek isteyen Osman Gazi, hisarın ana giriş kapısına hâkim cenaha bir havale hisarı yaparak kalenin ana kapısından giriş çıkışları engellemiş, hisarın dağ sırtlarına da ayrı bir hisar yaparak dışarıdan gelebilecek olası bir taarruza karşı önlem almıştı. Bu kuşatma yalnızca hisarlarla değil doğrudan tebaanın hisar çevresine yerleştirilmesiyle de devam ettirildi. 

Bursa kuşatması tam 23 yıl sürdü. Bu süre zarfında Bursa Tekfurluğu fakru zaruret içerisine girdi. Tebaa yarı aç yarı tok yaşıyor, erzak olmadığı için hazinedeki altınlar bir işe yaramıyordu. Üstelik Osmanlı, kendi rızasıyla hisarın dışına kaçan gayrimüslim köylüleri teslim oldukları için ödüllendirerek kendilerine hisarın dışında müreffeh bir yaşam sunuyor, hisarın dışındaki Bizanslı köylüler hisarın ardından bağırarak onları teslim olmaya çağırıyorlardı. 

Kuşatma amacına ulaşmış, Bursa Tekfuru içerisinde bulunduğu acizliğe daha fazla dayanamayarak Bursa’yı teslim etmeye razı olmuştu. Bunu öğrenen Orhan Gazi, tekfura haber göndererek kaleyi teslim etmesini istedi. Tekfur, kendisi ve ailesinin canının bağışlanması, şahsi servetine el konulmaması, şehrin yağmalanmaması ve isteyen ailelerin hisardan çıkmasına izin verilmesi şartlarıyla hisarı teslim etmeyi kabul etti. Bu anlaşmaya ek olarak Orhan Gazi’ye 30 Bin altın karşılığında Osmanlı kuvvetlerinin nezaretinde hisardan ayrılarak Gemlik üzerinden gemiyle Bizans’a (İstanbul) gitti. 

Bursa ahalisinin bir kısmı hisardan ayrılsa da önemli bir kısmı Osmanlı himayesinde yaşamayı seçti ve bu kitle zaman içerisinde Müslümanlığı kabul ederek Osmanlı tebaası haline geldi. Hisarın teslim alınmasından sonra antlaşmada da taahhüt ettiği üzere şehri yağmalamadı. Orhan Gazi tekfurluğun hazinesini gazilerine bağışladı. Bu büyük ganimet her bir gaziyi zengin etmeye yetecek kadar çoktu. 

Tekfurun teslim olması için arabuluculuk yapan tekfurun veziri Saroz, hisardan ayrılmadı ve Osmanlı himayesinde yaşamayı tercih etti. Bununla birlikte kendi şahsi hazinesini de Orhan Gazi’ye sundu. Orhan Gazi bu ganimeti de Gazilerine bağışladı. 

Orhan Gazi, Saroz’a hisarı teslim etmeye ne sebeple karar verdiğini sorduğunda aldığı yanıt dikkat çekicidir. Saroz; “Bunun için pek çok sebep var. Birincisi sizin devletiniz büyüdü ve güçlendi ama bizim uğursuz devletimiz bahtsızlaştı. İkincisi, Baban köylerimizi zaptettiğinde köylülerimiz size itaat ettiler ve bizden yüz çevirdiler, bizi anmadılar. Niçin ansınlar, sayenizde rahata kavuştular. Onları görüp bizde o rahatlığa heves ettik. Üçüncüsü, tekfurumuzun çok malı vardı ama alacak bir şey yoktu. Altınlarımız bize fayda etmiyordu. Dördüncüsü imparatorumuz düşkün ve aciz biri oldu. Beşincisi kötüye uyduk, Kite tekfuruna uyduğumuz için bu hale düştük. Altıncısı ise dünya hep değişir. Şimdi bizimde değişmemiz gerekiyor” demiştir. 

Orhan Gazi, hisarı sulh yoluyla almıştı ancak saraya gelirken ölmüş Bizans askerleriyle karşılaşmıştı. Onların durumunu sorduğunda Saroz şu yanıtı verdi; “Çoğu açlıktan öldü”. 

Bursa’nın fethinde birde sembolik vaka yaşanmıştır. Bilindiği üzere Bizans’ın surları aşılınca surlara sancağı diken Ulubatlı Hasan İstanbul’un fethinin sembolü olmuştur. Bursa’nın fethinde de hisarın fethedildiğini ilan etmek gayesiyle Osmanlı sancağını diken kişinin adı Ahi Hasan’dır. İlginç bir tevafuktur ki; Osmanlı’nın iki değerli başkentinin fetih sancakları “Hasan” isimli sancaktarlar tarafından çekilmiştir. 

Orhan Gazi, Bursa’ya büyük önem vermiş, ilerleyen yıllarda bölgeyi Türkleştirerek Osmanlı tebaası olmak isteyen Müslüman kitleleri Bursa’da ikame ettirmiştir. Bursa tekfurluğunun gayrimüslim köylüleri de zaman içerisinde İslam’ı kabul ederek bölgenin yerli halkı arasına girmiş, zamanla kalabalık bir yerleşim yeri haline gelmiş ve nihayetinde fethinden 9 yıl sonra Osmanlı Devletinin başkenti olmuştur (1335).


Nökerlerin Vefatları (Turgut Alp, Samsa Çavuş, Abdurrahman Gazi, Akçakoca, Konuralp)

Osmanlı Devletinin kuruluşuna tanıklık etmiş, Ertuğrul Gazi’den Osman Gazi’ye yadigâr ve miras kalan ve Osmanlı Devletinin güçlenmesinde büyük katkılar sağlayan bazı şahsiyetlerin önemini vurgulamak gerekir. Bu şahsiyetler henüz Osmanlı Devleti kurulmamışken Ertuğrul Gazi’nin nökerliğini yapmış, onun vefatından sonra Osmanlı Devletinin kuruluşuna tanıklık etmiş ve büyük hizmetlerde bulunmuşlardı. Bu nökerler; Turgut Alp, Abdurrahan Gazi, Samsa Çavuş, Konur Alp ve Akçakoca, Osman Gazi döneminde de vazifelerde bulunmuş, bazıları ise Orhan Gazi dönemine kadar ulaşmışlardır.

Turgut Alp, henüz Osmanlı Devleti kurulmamışken Osman Gazi’nin Beylik döneminde İnegöl’ün fethini gerçekleştirmiş, vefat ettiği 1330’lu yıllara kadar bulunduğu dönemin en güç ve zorlu vazifesi olan Uç beyliği vazifesini üstlenerek İnegöl’de bulunmuştur. Günümüzde İnegöl’de bulunan Turgut Alp köyü halen kendisinin adını yaşatmaktadır. 

Samsa Çavuş, genç yaşta Ertuğrul Gazi’nin hizmetinde bulunmuş, Osman Bey döneminde Karaçepüş ve Karatigin hisarlarının fethinde görev yapmış, İznik’in fethinde büyük kahramanlıklar göstermiş, bereketli ömrü boyunca Sakarya hattının savunmasını üstlenmiş, ömrünün son yıllarında Pelekanon Savaşına katılmış, gayretkeş hayatının nihayetinde 1330 yılında vefat etmiştir. Türbesi Mudurnu (Bolu) yakınlarındaki Hacımusalar köyünde bulunmaktadır. 

Abdurrahman Gazi, yine Ertuğrul Gazi’nin nökerliğini yapmış, Karaçepüş, Karatigin ve İznik kuşatmalarında mühim vazifeler üstlenmiş, Sakarya hattında Bizans uçbeyliği vazifesini üstlenerek Akça Koca ile birlikte Sakarya’dan Üsküdar’a kadar olan bölgelerin fethini gerçekleştirerek yaşadığı dönemde Konur Alp ile birlikte Osmanlı Devletine en kıymetli hizmetlerde bulunan kumandan olmuştur. Konur Alp ile birlikte Samandra ve Aydos kalelerinin fethini gerçekleştiren Abdurrahman Gazi, bu zor ve müşküllü vazifeyi ifade ettikten kısa bir süre sonra vefat ederek fatihi olduğu Samandra’da defnedilmiştir. Günümüzde Samandıra (İstanbul) Abdurrahman Gazi mahallesi kendisinin adını yaşatmaya devam etmiştir ve türbesi buradadır. 

Konuralp, yine Ertuğrul Gazi’nin nökerliğini yapmış, gerek beylik gerekse Osmanlı Devleti döneminde hemen her savaşta büyük vazifeler üstlenmiş, ömrünün son yıllarında Abdurrahman Gazi ile birlikte Aydos ve Samandra’nın fethini gerçekleştirmiş, İznik’in fethinde bulunmuş, ömrünün son yıllarında ise Orhan Gazi’nin emriyle Geyve, Pamukova, Mudurnu, Adapazarı ve Düzce’yi fethederek devletine son hizmetini gerçekleştirip 1326 yılında hayata gözlerini yummuştur. Günümüzde ismi Düzce Konuralp Beldesinde ve eski adı Konuralp Eli olan Adapazarı Hendek ilçesinde yaşatılmaktadır. Bursa Söğüt’de adına yaptırılan bir Türbe bulunmaktadır. Ancak mezarının yeri kesin olarak bilinmemektedir. 

Akçakoca, Ertuğrul Gazi’den yadigâr kalan bir başka değerli kumandandır. Karaçepüş ve Karatigin hisarlarının, İzmit ve İznik’in fethinde büyük kahramanlıklar ve önemli vazifeler üstlenmiştir. Sakarya, Düzce ve Kocaeli havzasının fethi Akçakoca’nın gayretleriyle gerçekleşmiştir. Bereketli ve muzaffer bir ömrün ardından 1328 yılında vefat etmiştir. Günümüzde Kocaeli Şehri ve Düzce’nin Akçakoca ilçesi Akçakoca’nın ismini yaşatmaktadır. Türbesi adını taşıyan Kocaeli’nin Kandıra ilçesine bağlı Babaköy’de bulunmaktadır. 

Bu kıymetli kumandanlar Orhan Gazi’nin hükümdarlığını ilan etmesine müteakip birkaç yıl içerisinde Hakk’a yürüyünce Orhan Gazi uç beyliklerinin ve fethetse de henüz demografik açıdan tam anlamıyla yurt haline getirilmemiş Sakarya, Bolu, Düzce hattının idaresini yeniden şekillendirdi. 

Orhan Gazi, Konuralp ve Akçakoca’nın vefatı üzerine bu bölgelerin idaresi büyük oğlu Süleyman Paşa’ya verdi. Diğer oğlu Murat Gazi’yi ise daha güvenli bir bölge olan İnönü (Eskişehir) sancağına vazifelendirdi.

Giyim Kuşam ve Ekonomi İnkılâbı

Orhan Gazi, hükümdarlığının ilk yıllarında kardeşi Alâeddin Paşa’nın tavsiyeleri üzerine devlet erkânı, askeri nizam ve ekonomik alanlarda bir takım inkılaplar gerçekleştirmiştir. Bu inkılâplar Osmanlı Devletini beylikten devletli olmaya taşıyan sürecin bir tür kilometre taşı olma özelliğini taşır. Zira Osmanlı Devleti her ne kadar devletli olmuş, bağımsızlığını ilan etmiş ve fetihlerle Anadolu Türklerine ilham kaynağı haline gelmiş olsa da henüz Anadolu’da ki diğer beyliklerden çok farklı bir siyasi dokuya sahip değildi. 

Gazilerin börkleri tıpkı diğer Anadolu beyliklerinde olduğu gibi Kızıl renkteydi. Alâeddin Paşa, ayırt edilebilir olması amacıyla bu börkleri Ak renkle yeniden tanzim etmeyi tavsiye etti. Buna mukabil hükümdarın başına, gazilerden farklı olarak burma tülbentten bir başlık (Kavuk) hazırlatıldı. Bu kavuk, âdeti müteakip yıllar boyunca diğer Osmanlı Hükümdarlarının hükümdarlık alameti olmuştur. Çok ince kumaştan burularak hazırlanan bu başlık hem bir hükümdarlık alameti hem de hükümdarın kefeni olma özelliğini taşıyordu. 

Bu uygulamaların yanı sıra Osmanlı Devleti kendi tebaasının kullanımına tahsis edilmek üzere gümüş sikkeler bastırarak devletli olmanın bir gereğini daha yerine getirmiş oldu. Artık Osmanlı hâkimiyeti altındaki bütün bölgelerde Osmanlı sikkesi ile alışveriş yapılacaktır. 

Orhan Gazi, kardeşi Alâeddin Paşa’nın tüm tavsiyelerine uymuş, böylelikle Alâeddin Paşa, Osmanlı Devletinin akıllara işlenen siluetinin mimarı olmuştur. 

Maltepe (Palekanon) Savaşı (1329)

Kuşatması uzun yıllardır süren İznik’in fethi için hazırlıklarını tamamlayan Orhan Gazi, nihayet 1329’da İznik surlarının önüne ulaştı. Bizans, İznik’i kaybetmesi durumunda Gazileri İstanbul boğazında göreceklerini biliyordu. Bu amaçla yaşlı imparator 2. Andronikos’un torunu 3. Andronikos İznik’i kaybetmemek ve işgali kırmak için hazırlıklar yapmaya başladı ve Orhan Gazi İznik hisarı önüne henüz ulaşmışken ordusuyla birlikte yola çıktı. Bu durumu haber alan Orhan Gazi, kuşatmayı güvence altında tutacak sayıda askeri İznik hisarı önlerinde bırakıp yanında 5 Bin kadar gazi ile 3. Andronikos’u karşılamak üzere yola çıktı. Andronikos, Florken’de (Gebze / Darıca yakınları) konuşlanıp savaş hazırlıklarına başladı. 

Orhan Gazi, yanındaki 1000 kadar yaya kuvvetle Tavşancıl tepesine konuşlandı. 2 Bin kadar kuvveti ise gizleyerek kanat kuvvetleri haline getirdi. 300 kadar öncü atlı süvariyle ön hatta sürerek ok atışlarıyla Bizans ordusunu üzerine taarruz etmesi için kışkırtmaya başladı. Orhan Gazi’nin amacı yanındaki 1000 yaya kuvvetle zayıf bir görüntü oluşturmak ve Bizans ordusunu üzerine çekerek savunma savaşı yapmaktı. Ancak Andronikos ısrarla taarruza kalkmadı. 300 atlıdan oluşan öncü kuvvetler birkaç kez daha teşvik edici ok atışlarıyla ilerlese de Bizans ordusu harekete geçmeyince 1000 atlıdan oluşan yeni bir süvari koluyla daha sert ve etkili bir taarruza girişti. Ancak bu taarruz da başarıya ulaşamadı. Bizans ordusu savunma savaşı yapmaya karar vermişti ve taarruz etmeyecekti. 

Orhan Gazi, bunun üzerine gizlediği kuvvetleri de açığa çıkartarak topyekûn bir taarruza kalktı. Bunun üzerine Andronikos’da aynı şekilde taarruza kalktı. Böylelikle savaş meydan muharebesi haline dönüşmüş oldu. Muharebe yoğunlukla Bizans kuvvetlerinin taarruzları ve Osmanlı kuvvetlerinin savunmaya çekilmesi şeklinde tezahür etti. Bu durum Bizanslı askerleri zafere inandırmaya yetmişti. Askerler artık ümitle zafere ulaşmak için saldırıyor, Orhan gazi ise üzerine gelen taarruzları bertaraf etmeye çalışıyordu. 

Orhan Gazi’nin himayesindeki kıdemli gaziler, savunma yapmak yerine geri çekilen Bizans kuvvetlerinin peşinden giderek onları yıpratmayı tavsiye ediyordu. Ancak Orhan Gazi savunma yaparak düşmanı yıpratmanın daha doğru olacağını düşünüyordu. Haliyle bu durum Bizans askerlerini zafere inandırıyor ve motive ediyordu. 

3. Andronikos, bizzat katıldığı son taarruzunda ağır biçimde yaralandı. Bu durum Bizans ordusunda karmaşaya ve telaşa sebep oldu. Bunu öğrenen Orhan Gazi, himayesindeki gazilerin tavsiyelerini daha fazla göz ardı edemedi ve taarruza kalkarak disiplini bozulan Bizans ordusunun üzerine yürüdü. Bizans ordusunun üzerine atılan 300 süvarilik kuvvet karşısında Bizans askerleri utanç verici şekilde kaçarak geri çekilmeye başladılar. Bizans ordusu dört parçaya bölündü ve kontrol edilemez bir keşmekeşe sürüklendi. 3. Andronikos, zafer ümidiyle çıktığı yolculuktan sarayına ağır yaralı olarak döndü (11 Haziran 1329). Orhan Gazi, bu galibiyetten sonra esas hedefi olan İznik’e yöneldi.


İznik’in Fethi (1331)

Osman Gazi’nin garazı olan İznik, daha öncede kuşatılmış ancak kaim surları aşılmaz olan bu kadim Bizans şehri fethedilememişti. Fetih için evvela Bizans ile bağlantısının kopartılması ve İznik’e destek göndermesi muhtemel tekfurlukların bertaraf edilmesi gerekiyordu. 

İznik’in kuşatılması aslında Karatigin kalesinin fethedilmesi ile başlamıştır. Bu kalenin fethi ile çevre köylere yerleştirilen Türk göçerleri İznik tekfurunun ve tabii köylülerinin hisardan dışarı başlarını çıkartamaması anlamına geliyordu. Karatigin kalesinin fethinden sonra geçen 25 yılda İznik tıpkı Bursa tekfurluğu gibi fakruzaruret içerisine düşerek zayıflamış ve yılgın düşmüştü. Orhan Gazi, artık zamanı geldiğini hissedince İznik’i kuşatma altına aldı. Ancak Bizans İmparatorunun torunu ve İmparatorluğun varislerinden olan 3. Andronikos, kuşatmayı bertaraf etmek için yola çıkınca Orhan Gazi, ardında İznik’i kontrol altında tutması için az sayıda gazi bırakarak kuşatmayı geçici olarak durdurmak zorunda kaldı ve 3. Andronikos ile giriştiği savaşta galip gelerek Bizans’ı bir kez daha bozguna uğrattı. 

Artık İznik’in fethi için tüm koşullar yerine gelmiş tüm şartlar olgunlaşmıştı. Orhan Gazi, bir kez daha İznik’i kuşatma altına aldı (1331). Aslında bu kuşatma İznik için bir felaket değil daha çok bir kurtuluş oldu. Zira İznik halkı hisardan kaçıp gönül rızasıyla Osmanlı tebaasına olmaya başlamıştı. Hatta hisardan kaçamayan köylüler gazilere haber gönderip açlıktan heba olduklarını dile getiriyor, bir anlamda şehirlerinin fethedilmesi için çağrıda bulunuyorlardı. Bu durum İznik tekfuru için bile alışılmış bir durum haline gelmişti artık. 

Orhan Gazi İznik surlarının önüne geldiğinde tekfur, tereddüt etmeden elçi gönderip yağma yapılmaması ve can güvenliğinin temin edilmesi durumunda hisarı teslim edecekleri haberini ulaştırdı. Orhan Gazi, Bursa’nın fethinde olduğu gibi sulh ile hisarı teslim alarak gitmek isteyen köylülerin can güvenliğini tahsis etti, kalmak isteyenleri ise gayrimüslim tebaa olarak kabul ederek muhafaza etti. Orhan Gazi’nin lütufkâr ve merhametli tavrı gayrimüslimleri ziyadesiyle etkiledi. Aynı durum Bursa’nın fethinde de yaşanmıştı. Bizans köylülerinin bir kısmı Tekfurlarıyla birlikte Bizans’a gitmiş bir kısmı ise Osmanlı tebaası olmayı tercih etmişti. Ancak İznik’teki durum çok daha farklıydı. Bu kez köylülerin bir kısmı değil tamamı, hatta tekfurun askerleri dahi hisarı terk etmediler. İznik ahalisi Bizans geleneklerindeki asil-köylü aşağılamasından kurtulmuş, özgür birer köylü olarak yaşayabilme ümidiyle Osmanlı tebaası olmaya ve Müslümanlığı gönül rızasıyla kabul etmeye başlamışlardı. Yalnızca tekfur ve aile efradı Bizans’a dönmüş, gayrimüslim İznik ahalisi topyekûn Osmanlı tebaası haline gelerek zamanla Müslüman olmuşlar ve bölgenin demografik yapısını oluşturmuşlardır. 

Orhan Gazi’nin İznik’e girmesi ise ayrı bir vakadır. İznik ahalisi Orhan Gazi’yi işgalci bir komutan gibi değil adeta tahta çıkan yeni hükümdarları gibi karşılamıştı. Orhan Gazi’nin İznik’e girmesi bir şölen havasında gerçekleşti. Orhan Gazi bu durumdan ziyadesiyle memnun oldu ve yüce bir merhamet göstergesi olarak İznik halkının durumu ile ilgili tetkiklerde bulundu. Görüldü ki kocaları gerek açlıktan gerekse savaşlarda ölen pek çok kadın dul ve sahipsiz kalmışlardı. Orhan Gazi, âdeti olmayan bir karar verdi ve gayrimüslim dul ahaliyi gazileriyle nikâhlayarak İznik ahalisini tümüyle bağrına bastı. Böylece İznik Bursa ve Yalova’da olduğundan daha hızlı ve daha samimi şekilde Müslümanlaştı ve şehir muazzam bir İslam kenti haline geldi. 

Orhan Gazi, İznik ahalisine gösterdiği yakın ilgi ve münasebeti bu kadarla kalmadı. Bizzat kendi emriyle büyük kiliseyi Cuma mescidi haline getirdi ve bir manastırı medreseye çevirdi. İmaret kapıları açıldı ve yıllarca açlık ve sefalet içerisinde yaşayan İznik ahalisine pişen aşları kendi eliyle bölüştürdü. Gece kandillerini bizzat yaktı. Orhan Gazi İznik’te kendisine gösterilen teveccühten o denli memnun oldu ki; geçici olarak beyliğini İznik’e taşıdı ve burada yıllarca hem İznik ile hem hal oldu, hem de uzun zamandır aradığı huzur ve sefahati tattı. 

Orhan Gazi, İznik’in fethi ile bir zamanlar Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı Süleyman Paşa’nın başkent yaptığı şehri ele geçirmiş, onun oturduğu makamın yeni sahibi olmuştur. 

İznik’in fethinden sonra Osmanlı Devletinin uç beylikleri ve demografik haritasında değişiklikler meydana geldi. Bu sebeple büyük oğlu Süleyman Paşa’yı İznik’e çağırdı ve kendisine bu bölgeyi teslim ederek güvence altına aldı. Murat Han Gazi’ye ise diğer bir önemli kent olan Bursa’yı emanet etti. Amcasının oğlu Gündüz Bey’i ise Karacahisar’a tayin ederek sancakların görev taksimini tamamladı.


İzmit’in Fethi (1337)

Osmanlı Devleti, Batı Anadolu’da ki hâkimiyet alanını günden güne genişletiyor ve Bizans üzerine yaptığı akınlarla hem namını hem devletini yüceltiyordu. Son olarak İznik’in fethi Osmanlı Devletini alelade bir beylik olmaktan çıkartarak Anadolu’nun müstakbel hükümdarı olarak anılmaya başlanmasına vesile olmuştur.

İznik’in fethi Bizans’ı fazlasıyla ürkütmüştür. Zira Bizans, İznik’de yalnızca toprak ve nüfuz kaybetmemiş, Bizanslı köylülerin hüsnü kabul ile topyekûn Orhan Gazi’ye biat etmesine ve Müslüman olmaya başlamalarına tanıklık etmiştir. Orhan Gazi’nin adaleti ve Osmanlı Devletinin gayrimüslim politikası kuşattığı her hisarın kolaylıkla teslim olmasına yol açar hale gelmiştir. 

İznik’in fethinden sonra Orhan Gazi’nin garazı İzmit olmuştur. Zira Sakarya ovası Aydos-Samandıra hattına kadar fethedilmiş, Yalova ve Bursa’nın kesin olarak hâkimiyet altına alınmış olması hasebiyle Bizans’ın Anadolu’daki son kalesi İzmit kalmıştır. Bizans için İzmit’in kaybı Anadolu’da ki topraklarından tümüyle vazgeçmek anlamına geliyordu. 

Orhan Gazi, İznik fethinden hemen sonra İzmit’in fethi için hazırlıklara başlamış ve aynı yıl (1331) İzmit’i muhasara altına almak üzere yola çıkmıştı. Ancak bu fethin seyri diğer fetihlerden farklı bir tezahürde gerçekleşecektir. Orhan Gazi, art arda elde ettiği başarılar ve gazilerinin fütuhat arzuları hasebiyle Bizans’ın durumunu yeteri kadar tahlil edemeden bir adım atarak İzmit’in kuşatmasında acele etmiş ve hisarları muhasara edemeden geri çekilmek durumunda kalmıştır. 

Orhan Gazi, daha önce hiç olmadığı kadar güçlü bir ordu ile İzmit önlerine gelmişti. Ancak karşısında daha önce cenk ettiği ve cenk meydanında perişan ettiği Bizans ordusundan çok daha fazlası vardı. 3. Andronikos, dedesi 2. Andronikos’un basiretsiz idaresi döneminde rakip hükümdar olarak görev almış, bu süre zarfında Bizans’a son bir asır boyunca yaşamadığı zaferleri yaşatarak adeta bir umut ışığı olmuştu. Önce Bizans’ın en büyük sorunu olan Bulgar taarruzlarına karşı elde ettiği başarılar sayesinde Bulgarları antlaşma yapmaya mecbur bıraktı (13330). Bu gelişme Bizans ordusu açısından bir fırsat oldu. 3. Andronikos, imparatorluk ordusunu yeniden tanzim edip teşkilatlandırarak hem güçlendirdi hem de elde ettiği zaferler ile ordusunun moralini yüksek tutmayı başardı. 

Maltepe Savaşında (Palekanon) ülkenin doğu sınırlarındaki istilacı Türkleri bertaraf etmek için çıktığı yolda ordusunun sayıca üstün olmasına rağmen aldığı mağlubiyetle yaralanıp muzaffer bir komutan edasıyla saltanat mücadelesi vermeyi hesaplarken yaralanıp üzerinde pejmürde bir battaniyeyle ateşler içerisinde evine dönen 3. Andronikos için bu ikinci bir şanstı ve bu şansı değerlendirmeyi bildi. 

3. Andronikos, Orhan Gazi’nin İzmit’i kuşattığı haberini alınca tanzim ederek güçlendirdiği ve artık hazır hale gelmiş olan ordusu ile karadan ve denizden İzmit’e doğru yola çıktı. Orhan Gazi, Maltepe savaşında mağlup ettiği Andronikos’u tanzim ettiği muazzam ordusunun başında görünce ondan pek beklenmeyen ancak akıllıca bir hamle yaptı ve şartsız sulh yoluna giderek kuşatmayı kaldırdı. 

Osman Gazi’den hatta Ertuğrul Gazi’den itibaren hiçbir Bey’in bir savaştan şartsız olarak çekildiği ya da cenk etmekten imtina ettiği görülmüş değildi. Orhan Gazi’nin bu kararını dönemin koşullarında tahlil edersek bu kararın ne denli yerinde ve akıllıca olduğunu anlayacağız.

İzmit, Bizans için Bitinya’nın son kalesiydi. İzmit’in kaybedilmesi Bizans’ın tüm Anadolu hâkimiyetinden vazgeçmesi anlamına geliyordu. Osmanlı için ise fütuhatın bir merhalesinden ibaretti sadece. Olmasa da olurdu ve ertelenmesinde hiçbir mahsur yoktu. Bunun yanında Bizans’ın bu savaşı kaybetmesi Bizans’ın sonu olmayacaktı ancak henüz bölgedeki hâkimiyeti kaim hale gelmemiş, Anadolu beyliklerinin birbiri ile rekabet ettiği ve birbirleriyle savaşmaktan çekinmeyeceği bir süreçte bu savaşın kaybı hem Orhan Gazi’nin hem Osmanlı Devletinin istikbali açısından bir kırılma noktası olabilirdi. Tüm bunların yanında Orhan Gazi karşısında bu denli kuvvetli bir Bizans ordusu görmeyi beklemiyordu. Zira bekliyor olsaydı geri çekilmeyeceği kesindi. Bu anlamda Bizans’ın siyasi ve içtimai durumunu müşahede edememiş olması bir hataydı. Bu hatayı kabullenmiş olması da kendisinin ne denli feraset sahibi bir hükümdar olduğunu ortaya koymaktadır. 

3. Andronikos’un kuşatmayı kaldırabilecek kuvvetteki ordusuna karşılık Orhan Gazi’nin sulh teklifi karşılıksız kalmadı. Ektiklerini henüz yeni yeni biçiyor olan 3. Andronikos, Maltepe Savaşında daha üstün kuvvetlere sahip olmasına rağmen galip gelemediği Orhan Gazi ile yeniden cenk etmek istemiyordu elbette. Üstelik bu durumda kazançlı çıkan kendisi olacaktı. Zira sulh teklifi Orhan Gazi’den gelmişti ve dönemin değer yargılarına göre galip gelen kendisi olacaktı. Bunun yanında kuşatma kaldırılarak İzmit kurtarılmış olacaktı. Ve elbette ki Türkleri püskürtmüş olması hasebiyle belki de intikamını bile almış sayılacaktı. 

Orhan Gazi, Andronikos’a atlar, av köpekleri, leopar derileri ve fars desenli halılar hediye ederek mevcut sınırların korunması ve yıllık 12.000 altın haraç ödenmesi karşılığında geri çekileceğini iletti. Andronikos da buna mukabele ederek süslü bardaklar, ipek kumaşlar ve kendisinin saygınlığını hükümdarlığını tanıdığını ifade eden bir hilat hediye ederek sulh teklifini kabul etti. Andronikos, son Türk çadırı sökülene kadar savaş meydanında kaldı ve Osmanlı ordusunun çekildiğinden emin olduktan sonra arkasında kuvvetli bir savunma bırakarak sarayına geri döndü.

Orhan Gazi, İzmit’i ilk fetih girişiminden sulh ile dönse de bu durum Türk Tarihine bir mağlubiyet olarak kaydedilmemiştir. Zira bu sulh ile Bizans vergiye bağlanmış, fetih ise birkaç yıl sonra gerçekleşmiştir. 

Orhan Gazi İzmit’in fethi için aceleci davranmadı. Zira ikinci bir kuşatma girişiminde de Andronikos’un ordusu ile karşılaşması durumunda büyük bir savaşa girişilecek, kazanılsa bile ağır kayıplar verilecekti. Bunun yerine sıra dışı bir hamle yaparak Bizans’ın esas üstünlüğü olan deniz kuvvetlerine karşı bir hamle yapmaya yeltendi. Osmanlı Ordusu deniz kuvvetleri bakımından zayıftı. Büyük muharebelere girecek kadırgaları hatta filo sayılabilecek bir deniz kuvveti bulunmuyordu. Dolayısıyla Bizans, Orhan Gazi’den bir deniz harekâtı beklemiyordu. Orhan Gazi, Karesi beyliğinden ödünç olarak temin ettiği 24 gemiden oluşan bir filoyla Anadolu hisarına taarruz etti. Amacı Boğaz hattında bir kuvvet oluşturarak burada kuracağı yerleşim yerleri ile Bizans ile yakın temas kurmak ve İzmit’in kuşatılması durumunda Bizans üzerinden gönderilebilecek bir desteğe karşı öncü kuvvet teşekkül edebilmekti. Bu harekat için Bizans ile ihtilaflı durumda olan Cenevizliler ile ittifak kuruldu ve bir koldan Anadolu hisarı üzerine diğer koldan Bizans surlarının dışında bulunan köylere kıyı hattı üzerinden taarruz etti. Ancak 3. Andronikos, bu taarruzu önceden haber alarak hazırlıklarını yapmıştı. Nihayetinde Andronikos, Bizans kıyılarında gerçekleşen bu harekâtı bertaraf etmeyi başardı. Bu taarruzun bedeli Orhan Gazi açısından 1000 kadar şehit, 300 civarı yaralı ve batırılan birkaç gemi oldu. 

Orhan Gazi, Anronikos’a karşı yürüttüğü ikinci harekâttan da istediğini alamadan geri döndü. Andronikos ise bu başarıyla hem saygınlığını hem saltanatını güçlendirdi. Ancak Orhan Gazi ne İzmit’den ne de Bizans üzerine gazadan vazgeçmedi. 

Bizans batı sınırlarındaki Bulgar sorununu çözse de bu kez Arnavut isyancılarıyla uğraşmak zorunda kalmıştı. Andronikos, bu isyanları bastırmak için ordusunun başında sefere çıkınca Orhan Gazi’nin beklediği gün gelmiş oldu. Ordularını tanzim edip yeniden İzmit önlerine ulaştığında fethin önünde hiçbir engel kalmamıştı artık. 

Orhan Gazi, gazilerini derleyip fetih için ordusunu teşekkül ettikten sonra önce Bursa, ardından Yenişehir, oradan da Geyve üzerinden Absuyu’na ulaştılar. Önce Oğlu Süleyman Paşa, ardından Ayan Gölü (Sapanca) yakınlarında Aydos ve Samandıra’dan gelen Abdurrahman Gazi ve mahiyetindeki orduyla birleştiler. Fetih güzergâhında stratejik açıdan tehdit arz edebilecek bir kale bulunuyordu. Bu kalenin tekfuru bugün Yalova’da bulunan Koyun Hisar isimli bir bölgenin de kontrolünü elinde bulunduruyordu. Bu hisarın kuşatması ve fethi kısa sürdü. Bizans’dan yardım gelmesinin mümkün olmadığını bilen tekfur hisarı teslim edince İzmit güzergâhı emniyet altına alınmış oldu. Bu hisarın fethi aynı zamanda Yalova’nın (Yalakova) fethi olarak tarihe kaydedilmiştir. 

Orhan Gazi, İzmit surlarına dayandığında İzmit tekfuru Yalakonya, Andronikos’un Balkanlarda seferde olması hasebiyle destek gelmeyeceğini biliyordu. Osmanlı kuvvetlerine karşı koyamayacağını anlayıp hisarı anlaşma ile teslim etmeyi kabul etmek zorunda kaldı. Bu antlaşma üzerine hisar yağma yapılmaması ve isteyenlerin güvenle hisarı terk edebilmesi koşuluyla teslim alındı. Tekfur, mahiyeti ve hisardan çıkmak isteyenler güvenle gemilere bindirildi. Bir kısım köylü ise Orhan Gazi’nin himayesini kabul ederek zaman içerisinde Müslüman oldular. Orhan Gazi, hisar içlerini ve tekfurluğun kontrolünde olan Koyun Hisar adlı bölgeyi Aydos’dan gelen gazileri ikamet ettirerek bölgeyi demografik olarak Türkleştirdi ve zaman içerisinde yeni göçlerle Yalova – Koyun Hisarı – İzmit hattı Osmanlı’nın uç beyliği haline geldi. 

İzmit’in geniş arazisi ve bölgenin gazilere pay edilmesi tımar sisteminin ivme kazanmasına vesile oldu. Her ne kadar tımar yöntemi Osman Gazi döneminden beri uygulanıyor olsa da fethedilen geniş araziler daha fazla gazinin istifade edebilmesi ve bu istifadenin hakkaniyetle gerçekleşebilmesi için disipline edilmesi ihtiyacını ortaya çıkarttı. İzmit ve Yalova’nın fethinden sonra tımar sistemi, gelişi güzel emirlerle değil bir sistem ve kurallar çerçevesinde tahsis edilmeye başlandı.  (Tımar sistemi, fethedilen bölgelerin gazilere pay edilerek gaza olmadan da geçinebilmelerine imkân tanıyan ekonomik bir çözüm olarak uygulana gelmiştir)
İzmit’in fethinden sonra her büyük fetihte olduğu gibi sancak beyleri ve uç beylikleri yeniden düzenlendi. Orhan Gazi, büyük oğlu Süleyman Paşa’yı İzmit valisi tayin edip sahil şeridi hattının idaresini Kara Mürsel’e teslim etti. Oğlu Murad Gazi’yi Bey sancağı olan Bursa’ya vali atayarak iki önemli şehri iki oğluna emanet etti ve kendisi de İznik ile yakından ilgilendi. 

Karesinin Fethi (1345)

Karesi Beyliği, tıpkı Osmanlı Beyliği gibi Anadolu Selçuklu Devleti döneminde batıya göç ettirilerek uç beyliği vazifesi üstlenmiş, kalabalık bir tebaası olan güçlü bir beylikti. Osmanlı Beyliğine nazaran daha güçlü bir ordusu vardı ve Bizans’a karşı başarılı gazalar yürütmekteydiler. Osmanlı Devleti ile Karesi beyliği arasında geçmişte bir husumet yaşanmamış, ortak garaz olan Bizans üzerine seferlerde bulundukları dönemlerde iş birliğinde dahi bulunmuşlardı.

Son Karesi beyi İclan Bey (ya da Yahşi Bey) 1341 yılında vefat edince oğulları Demirhan Bey ve Tursun Bey arasında husumet ortaya çıktı. Bu husumet neticesinde Demirhan Bey beylik makamına oturdu, Tursun bey ise Orhan Gazi’nin himayesi altına girerek Bursa’ya yerleşti. 

Demirhan Bey, gerek tebaası gerekse beyliğin ileri gelenleri tarafından kabul görmedi. Halk da Tursun Bey’i istiyordu. Beyliğin ileri gelenleri Vezir Hacı İlbeyi ile birlikte Tursun Bey’e haber göndererek tebaanın arzusu ile idareyi almasını talep ettiler. Ancak Tursun bey, kardeşi Demirhan Bey’le mücadele edebilecek askeri nüfuza sahip değildi. Bunun için Orhan Gazi’den yardım istedi. Karşılığında Bergama, Balıkesir ve Edremit bölgelerini Orhan Gazi’ye bırakmayı teklif etti. Orhan Gazi, Tursun beyin bu arzusunu vesile kabul edip ordusunu hazırladı ve Karesi güzergâhında bulunan pek çok hisarı fethetti. 

Fethettiği hisarlar sırasıyla Ulubat, Biliyüz, Ablayund ve Kirmastı tekfurları Orhan Gazi’ye karşı koymayıp hisarları teslim ettiler. Orhan Gazi hisarların tekfurlarını kendilerine bağlı kalacakları sözü vermeleri karşılığında yerlerinde bıraktı. Ancak Ulubat tekfuru sözünde durmayıp muhtemelen olası bir savaş için hazırlık yapmaya başlayınca bunu haber alıp hisara girerek tekfuru öldürüp kaleyi zapt etti. 

Bu fetihler hem fütuhat hem de Karesi beyliğinden alınacak Bergama - Balıkesir – Edremit bölgelerine ulaşımın emniyet altına alınması amacı taşıyordu. Hisarların fethi tamamlandıktan sonra Orhan Gazi, himayesindeki Tursun bey ile birlikte Demirhan Bey’in içinde bulunduğu Balıkesir hisarının önüne geldi. Demirhan Bey, muharebe edemeyeceği için kaçarak Bergama hisarına sığındı. Orhan Gazi, bunun üzerine Bergama hisarını muhasara altına aldı. Tursun Bey, kardeşi Demirhan Bey’i sulha ikna etmek için yanına varmaya teşebbüs etti. Ancak kaleden atılan bir okla öldürülünce Orhan Gazi, halka hitap ederek “burası artık benim ilimdir” diyerek Demirhan Bey’i kaleden çıkartmadan dönmeyeceğini ilan etti. Bunun üzerine Demirhan Bey, canının bağışlanarak zapt edilmesi karşılığında kaleden çıkartılıp Bursa’ya gönderildi. Böylelikle Karesi Beyliği, tebaası, ordusu ve hazinesiyle birlikte topyekûn Osmanlı Devletine bağlanmış oldu (1345).

Orhan Gazi, veliahdı olarak gördüğü Süleyman Paşa’yı çağırıp idareyi teslim etti ve bölgeyi tımar ederek gazilerine dağıttı. Böylelikle Karesi, Osmanlı Devleti’nin o güne kadar sulh yolu ile fethettiği en geniş bölge oldu. Karesi’nin fethi ile Rumeli topraklarına ulaşmak mümkün hale geldi. Bu tarihten sonra fütuhatın istikameti uzunca bir süre Trakya olmuştur.

Bizans ile İyi İlişkilerin Gelişmesi

Bizans, 3. Andronikos’un 1341’deki beklenmedik ölümü üzerine saltanat mücadeleleri ve iç savaşlara sahne olmuştu. 3. Andronikos’un oğlu Yannis, 9 yaşında tahta çıkartıldı. Ancak Bizans soyluları başarılarından ve devlet adamlığı vasıflarından ötürü Kantakuzenos’u hükümdar görmek istiyorlardı. Kantakuzenos, 3. Andronikos’un eski dostu, akıl hocası ve ordu kumandanıydı. Yannis’in tahta çıkması Bizans’ı çatışma ortamına sürükledi. Bizans, 1341 – 1347 yılları arasında saltanat mücadeleleri, iç savaşlar ve doğu sınırlarındaki isyanlarla boğuşuyordu.

Orhan Gazi’ye karşı pek çok savaşta bulunmuş olan Kantakuzenos, içinde bulunduğu durumdan ötürü Orhan Gazi ile iyi ilişkilere girmek ve saltanat mücadelesinde kendisine bir dost edinmek amacındaydı. Bu amaç uğruna az da olsa Türkçe öğrenip Orhan Gazi’ye bir mektup yazmıştır. Bu mektubun akabinde ise birebir görüşme fırsatı bularak kendisiyle dost olmayı başarmıştır. 

Orhan Gazi ile Kantakuzenos’un dostluğu ilerleyen yıllarda da devam etti. Kantakuzenos, genç kızı Teodora’yı Orhan Gazi’ye eş olarak vermek istedi. Orhan Gazi bu teklifi kabul ederek Kantakuzenos ile hem dost hem akraba olmuş oldu. Silivri’de 3 gün süren görkemli bir düğün ile Teodora ile evlendi (1346). 

Kantakuzenos, taht için mücadele etmeye devam etmekteydi ve taraftarlarının da desteğini alarak kendisine sadık 1000 kadar atlı kuvvetle Bizans sarayına girmeyi başardı (1347). Yönetimi darbe ile ele geçirip mevcut hükümdar 5. Yannis Palailogos ile antlaşma yaparak ortak hükümdar oldular. Bu gelişme üzerine Orhan Gazi ile Kantakuzenos’un dostluğu iki ülkenin dostluğunu da beraberinde getirdi. Bu dostluk her iki taraf içinde memnuniyet vericiydi. Bizans, güney ve doğu sınırlarındaki komşusu olan Osmanlı Devletine güveniyordu. Osmanlı Devleti ise art arda gerçekleştirdiği fetihlerden sonra devlet teşkilatlanması ve fethedilen bölgelerin Türkleştirilmesine konsantre olabilecekti. Hatta Orhan Gazi, Kantakuzenos’un hükümdar olmasından sonra mahiyeti ile Bizans sarayına davet edildi. Kantakuzenos’un verdiği şenlikler süresince Bizans’da bulunan Orhan Gazi, aile efradı ile birlikte Üsküdar’da bir evde ikamet etti. Şenliğin sonunda Bursa’ya geri döndüğünde Osmanlı Devleti Bizans için barbar bir kavim olmaktan çıkmış, Orhan Gazi ise Bizans sarayında saygıyla ağırlanmış bir hükümdar haline gelmişti. 

Orhan Gazi ile Kantakuzenos’un dostluğu Türk-Bizans ilişkilerinin müspet anlamda tırmanmasını sağlandı. Öyle ki çok uzun sayılmayacak bir süre önce Bizans topraklarına saldıran, hisarlarını kuşatıp tekfurlarını zapt eden Osmanlı, artık Bizans ile aynı safta savaşmaya başlamıştı. Batı sınırındaki sorunlardan bir türlü kurtulamayan Bizans, Kantakuzenos’un Orhan Gazi’den yardım istemesi üzerine Sırp Kralı 4. Duşan’a karşı giriştiği savaşta Süleyman Paşa komutasındaki 10 Bin askerle yardım etmiştir (1350). İlk teşebbüsünde başarılı olamayan Kantakuzenos, ikinci denemesinde de Orhan Gazi’den yardım istediğinde Süleyman Paşa bu kez 20 Bin kişilik bir ordu ile Bizans ordusunun saflarında yer almıştır. Aynı savaşın müteakip taarruzlarında ise 22 Osmanlı gemisi Meriç nehrinin ağzında ilk Avrupa seferine çıkmıştır. 

Orhan Gazi için bu dostluk fütuhat sınırı olan Bizans’ın ötesine geçerek Trakya ve Balkanlara uzanabilme fırsatına dönüştü. Kantakuzenos, hükümdarlık ortağı olan Palailogos ile anlaşmazlığa düşmüştü. Palailogos, Sırplarla işbirliği yaparak Edirne’yi kuşatmış ve şehri ele geçirmişti. Kantakuzenos, damadı Orhan Gazi’den yardım isteyince Orhan Gazi, Bizans ordusuyla birlikte Edirne’yi kuşattı ve bir süre sonra da Meriç nehri kıyısında karşılaştığı Sırp-Bulgar ordusunu yok etti. Kantakuzenos, bu gayretlerinden ötürü Orhan Gazi’ye Çimpe Kalesini tahsis etmiştir. Süleyman Paşa, bu izbe ve çevresinde yerleşim bulunmayan bölgeyi hızla Türkleştirerek Karesi’den getirttiği pek çok Türk göçeri ve göçerlerle birlikte Ortadoğu’dan gelen Arap aileleri Çimpe Kalesi civarına yerleştirdi (1353). Böylece Rumeli’ye ilk Osmanlı göçleri başlamış, Osmanlı Devleti Rumeli hattındaki ilk kuvvetlerini konuşlandırmış oldu.


Osmalı’nın Rumeli’ye Çıkışı ve İlerleyişi

Kantakuzenos, basit bir teşekkür olarak düşündüğü Çimpe Kalesini vermekle ne denli büyük bir hata yaptığını anlayıp Süleyman Paşa’dan bölgeden çekilmelerini talep etmiş, hatta karşılığında 10 Bin altın teklif etmiştir. Ancak Süleyman Paşa bu teklifi reddedince Kantakuzenos, bu kez damadı Orhan Gazi’ye durumu iletmiştir. Orhan Gazi, önce kendisiyle İzmit’de görüşeceğini söylese de sonradan hastalığını mazeret olarak öne sürüp görüşmeye gitmeyince Çimpe Kalesi’nin geri alınması sürüncemede kaldı. Ardından büyük bir bunalıma giren Kantakuzenos, ortak hükümdar olduğu rakibi Palailogos’un tahtı ele geçirme girişimine karşı tahtından feragat edip bir manastırda keşiş hayatı yaşamaya karar verdi (1354). Böylelikle Çimpe Osmanlı’ya kalmış, Kantakuzenos’un hükümdarlıktan çekilmesi ile Bizans ile iyi ilişkiler son bulmuş, fütuhatın istikameti yeniden Bizans toprakları olmuştur. 

Çimpe Kalesi, ekseriyetle çevresinde çok az yerleşim yeri bulunan, Rumeli hattındaki pekte önemli olmayan bir bölge ve kaleydi. Zaten pek önemsenmeyen bu bölge, 2 Mart 1354’de yaşanan şiddetli bir deprem nedeniyle büyük hasar görünce bölgede yerleşik bulunan Rumlar, taştan ve ağaçtan yapılmış evlerinin oturamayacak duruma gelmesi sebebiyle bölgeyi hızla tahliye etmeye başladılar. Bu deprem Çimpe kalesi civarına iskân etmiş olan Osmanlı tebaası için bir sorun teşkil etmiyordu. Zira daha çok keçe çadırlarda yaşıyorlardı. Gayrimüslimlerin bölgeyi tahliye etmeleri zaten bölgede yayılma politikası sürdürmekte olan Osmanlı tebaası için iskân edilecek yeni araziler ve haneler anlamına geliyordu. 

Aslında ne Orhan Gazi, ne de Süleyman Paşa, Rumeli üzerinden fetihler yapmayı, tecrübe etmediği Avrupa steplerine cenk etmeyi ve iyi ilişkiler içerisine girilmiş olan Bizans’ı batı cenahından kuşatmış olmayı düşünmüyordu. Çimpe kalesi, belki Bizans’ın hasmı Bulgar ve Sırp toprakları üzerine yapılacak yağma akınları için bir istihkâm noktası olabilirdi ancak Rumeli, en azından Süleyman Paşa için fethedilmek istenen bir bölge değildi. Çimpe Kalesinin savaşsız elde edilmesi, ardından yaşanan deprem nedeniyle civar bölgelerdeki Bizans tebaasının bölgeyi terk etmesi ister istemez bir yayılma politikasına teşvik etmiş oldu. 

Müteakip yıllarda Gelibolu ile Bizans surları arasındaki bölge giderek ve hızla göçer Türk boyları ile dolmaya başladı. Adeta suyun yolunu bulması, yamaçlardan derelere akması gibi Karesi’den, Bursa’dan, Yalova’dan Rumeli’ye Türk kitleleri akmaya başlamıştı. Süleyman Paşa, Gelibolu’da kendisine bir saray yaptırdı. Buradan da anlıyoruz ki Süleyman Paşa’nın garazı artık Rumeli toprakları olmuştur. 

Kantakuzenos’dan sonra Bizans, Osmanlı Devleti için dost ya da müttefik bir devlet değil sınır komşusu bir devlet ve gaza edilebilir bir gâvur toprağı haline gelmişti. Önceleri boşalan yerleşim yerlerine göç ettirdiği göçerleri yerleştiren Süleyman Paşa artık içerisinde köylülerin yaşadığı topraklara da girmeye, hatta yağma yapmaya başlamıştı. Rumeli artık sahipsiz bir bölge değil fütuhat için uygun gâvur topraklarıydı. Bizans surlarının dışında yaşayan Bizans tebaası Osmanlı akınlarına canlarını kurtarmak ya da en iyi ihtimalle köle olmamak için surların ardındaki Bizans soylularına sığındılar. Süleyman Paşa, babası Orhan Gazi ve Dedesi Osman Gazi gibi fethettiği topraklardaki gayrimüslimleri bağrına basmıyor, topraklarını yağmalayıp savaş esiri yapıyor ve köle olarak satıyordu. Zira Rumeli Osmanlı İçin bir sınır boyu olmaktan çok sınır ötesi bir fütuhat fırsatıydı. Tüm bunlar olurken Bizans İmparatoru adeta uyuşmuşçasına tepkisiz kalıyor ve itidalli bir politika izliyordu. Haliyle Osmanlı için bu fırsatı geri çevirmek söz konusu bile olamazdı. 

Süleyman Paşa, her ne kadar karargâhını Gelibolu’ya kurmuş ve Bizans üzerine akınlar yaparak garazını belli etmiş olsa da Orhan Gazi’nin göz bebeği ve en güçlü varisi olması hasebiyle omzundaki yük ağırdı. Elbette ki böyle yetenekli bir kumandan Rumeli gibi alelade bir istila hareketiyle kızağa alınamazdı. Osmanlı Devleti için tek cephe Bizans sınırları ve Rumeli değildi. Anadolu’daki hareketlilik yeni cephelerin ortaya çıkmasına sebep oluyordu. Doğu sınırlarındaki Eretna Beyliği ve Anadolu’da eşkıyalık yapmaktan geri durmayan Moğol artığı Tatarlar (Türkleşmiş Moğollar) Osmanlı için bir tehdit haline gelmeye başlayınca Süleyman Paşa için yeni görev yeri doğu hudutları oldu. 

Osmanlı’nın doğu hududu yine bir Türk Beyliği olan Eretna Beyliği bulunuyordu. Eretna Beyliği iç karışıklıklar ve taht mücadelelerine sahne olunca ortaya çıkan keşmekeşten faydalanan Tatar kabileleri Osmanlı hududuna taarruz etmeye yeltenmişlerdi. Süleyman Paşa önce Tatarları bertaraf etti ve ardından ülkenin doğu sınırında idaresiz kalan Eretna topraklarının bir kısmını hâkimiyet altına aldı. Böylece Osmanlı sınırları doğu sınırında da yeni topraklar kazanmış oldu (1354).


Bizans ile İyi İlişkilerin Yeniden Gelişmesi

Osmanlı Devleti artık Avrupa hudutlarına dayanmıştı. Bu genç ve dinamik kuvvet hem Bizans’ı, hem Bizans’ın düşmanları olan Sırpları ve Bulgarları fazlasıyla korkutuyordu. Osmanlı Devletinin taarruzlarından korunmanın en kolay yolu ise Orhan Gazi ile dost olabilmekti. Bu minvalde önce Sırp Kralı ardından Bulgar Kralı elçiler gönderiyor, hediyelerle Orhan Gazi’nin dostluğunu kazanmaya çalışıyordu. Bizans ise yıllardır devam eden taht kavgalarıyla boğuşmaya devam ediyordu. Bizans tahtının imparatorluk payesini almış olan herkes hükümdar olabilmenin bir yolunu arıyordu. Tahtından olan Orhan Gazi’nin eski dostu Kantakuzenos, saltanat mücadelesinden tamamen bertaraf edildikten sonra (1354) bir anlamda mücadelesini oğlu Matyos’a devretti. İmparatorluk payesi almış olan Matyos, hükümdar olabilmek için Orhan Gazi’nin dostluğunu kazanması gerektiğini biliyordu. 

Orhan Gazi, eski dostu Kantakuzenos’un oğlu Matyas’dan dostluğunu esirgemedi. Bulgarlara karşı girişilecek taarruzu ve Bizans’ın saltanat mücadelelerini yakından takip edebilmek Çimpi Kalesinin karşısında bulunan Abidos’a karargâhını kurdu. Matyas’ın kuvvetleri ile birlikte 5 Bin gaziden oluşan Türk birliği Bulgarlar üzerine taarruz ederek düşman ordu kumandanı Voichnas’ı esir alarak Bizans’a götürdü. 

Bizans hükümdarı 5. Paleologos, elbette bu tehlikeli dostluk karşısında tepkisiz kalmadı. Paleologos’un Orhan Gazi’nin dostluğunu kazanmak için sunduğu teklif gerçekten reddedilebilir gibi değildi. Orhan Gazi’nin oğlu Halil, başıboş bir yağmacı olan Foçalı Kaletetos tarafından esir düşmüştü  (1357) ve Orhan Gazi Foça’ya kadar giderek oğlunu geri almaya muktedir olamamıştı. Paleilogos, Orhan Gazi’ye oğlu Halil’i kurtarmaya ve kızı ile nişanlamaya söz vererek Orhan Gazi’nin dostluğunu kazanmayı başardı. Aydın Beyi’nin aracılığı ile 100 Bin altın ve görkemli unvanlar karşılığında Halil esaretten kurtarıldı. Söz verdiği gibi henüz 10 yaşında olan küçük kızı İrene’yi Bizans geleneklerine göre tanzim edilmiş muazzam bir merasimle Halil ile evlendirdi. Tıpkı Kantakuzenos gibi Paleologos da Orhan Gazi ile akraba olarak dostluğunu kazanmış oldu.


Süleyman Paşa ve Orhan Gazi’nin Vefatı

Osmanlı Devleti, Bursa ve Bilecik’den ibaret olan kesin devlet hudutlarını önce İznik, ardından İzmit ve Karesi boylarına kadar genişletmiş, ardından Rumeli’ye çıkarak Trakya hattından neredeyse Bizans surlarına kadar yaklaşmıştı. Her ne kadar Orhan Gazi’nin ilk yılları doğrudan kendi fütuhatları ile gerçekleşmiş olsa da yaşı ilerleyen Orhan Gazi, fütuhat vazifesini cengaver oğlu Süleyman Paşa’ya bırakmış, kendisi fetholunan İznik ve İzmit de imaretlerle, âlim ve ulamalarla meşgul olarak maneviyat merkezli bir hayat yaşamayı tercih etmişti.

Orhan Gazi’nin 6’sı erkek, toplam 8 çocuğu bulunuyordu. En büyük oğlu olan Süleyman Paşa, Orhan Gazi’den sonra devletin en güçlü şahsiyeti durumundaydı. Doğal olarak 3. Osmanlı Hükümdarı olarak görülüyordu. Ancak Süleyman Paşa, 1357’de beklenmedik ve amansız bir akıbete uğrayarak Hakk’a yürüdü. Her Türk beyi gibi ava meraklı olan Süleyman Paşa, bir sürek avında yaraladığı bir hayvanın peşinden giderken atının sendelemesi ile düşerek hayatını kaybetmiştir (1357). Süleyman Paşa’nın vefatından 2 ay kadar sonra yaşı hayli ilerlemiş olan Orhan Gazi’de hakkın rahmetine kavuştu (1358). Art arda yaşanan elim vefatların ardından Hükümdarlık makamına beklendiği üzere Orhan Gazi’nin 2. Oğlu Murad Bey geçmiştir.

Next
Previous
Click here for Comments

0 coment�rios: